İlham Geliyorum Der mi?
Toplum içerisinde çoğunlukla, ilhamın nerede ne zaman geleceğinin bilinemeyeceğine inanılır. Buna göre; ilham hiç beklenmediği anda çat kapı gelen bir misafir gibidir. Ancak ben, bu inanışın olsa olsa kısmen doğru olabileceğini düşünüyorum. Çünkü bana kalırsa ilham bir süreçtir. Bir kimse çevresini gözlemledikçe, insanlarla konuştukça, kitap okudukça, müzik dinledikçe veya bunlara benzer başka şeyler yaptıkça kendini besler. Duygu ve düşünce dünyasını geliştirir, ardından da oraya sonradan yeşermek üzere ilham tohumlarını eker.
Böylelikle, zamanı geldiğinde o ekilen tohumlar tek tek yeşermeye başlar. Sonraki adımda ise; yeşerenlerin çiçek açmasını veya meyve vermesini sağlamak yine kişinin kendisine kalır. Onları yeterince olgunlaştırabilirse; ilhamın meyvesini de elde etmiş olur kişi. Yani ortaya bir ürün çıkartır.
Dolayısıyla, ilhamın ne zaman geleceğini bilemesek de onun tamamen bir bilinmezliğin içerisinden gelmediğini bilebiliriz. Onu beslediğimizi hissedebiliriz. İnsan beyninin, bir ürün ortaya koymak için ne kadar farklı yerden veri topladığının farkına varabiliriz.
Kendimden örnek vermem gerekirse; ben oldum olası okumayı ve yazmayı sevmişimdir. Hatta bir şeyler okuyup yazmadan yapamayanlardanım. Küçükken en sevdiğim şey, uyumadan önce annemin bana masallar okumasıydı. O okurken ben hem heyecanla onu dinler, hem de okumayı öğrenip kendi kendime masallar okuyabileceğim günle okuduğum kitaplar gibi kitaplar yazabileceğim günün hayalini kurardım. Benim bu hevesimi gören annem, saman kağıtlarını ortadan ikiye katlayıp tam ortasından dikerek bana küçük deftercikler hazırladı. Henüz okuma yazma bilmiyordum ama anneme göre bu bir engel değildi, ben de yazabilirdim. Sonra kitapçıklarımın sayfalarına özenle küçük resimler çizdim. Her sayfayı tek tek farklı resimlerle doldurdum.
Bu resimler öylesine çizilmiş resimler değildi tabii. Kendi içlerinde bir olay örgüleri vardı. Resimler bitince, anneme kafamdaki cümleleri söyledim. O da hepsini özenle yazdı. İşte bu şekilde yazdığım tahmini on kitapçık, benim annemin okuduğu tüm o masallardan, oyunlarımdan, izlediğimden çizgi filmlerden, ailemden ve arkadaşlarımdan biriktirdiklerimdi. Onları yazma ilhamım aniden gelmiş olsa da, aslında dışarıdan bir yerlerden değil, benim içimden ortaya çıkmışlardı.
Okuma yazmayı söktüğümde ise, annem bana pembe bir günlük hediye etmişti. Buraya her gün o güne ait anılarımı yazmam gerektiğini de anlattı ve ben her gün bir cümle de olsa oraya yazmaya devam ettim. Bazen iki sayfa yazdım, bazen tek bir cümle ama her gün yazdım. Küçücük bir çocuğun yazacak nesi olabilir, diyebilirsiniz. Ama inanın o çocuğun öyle farklı bir bakış açısı var ki…
O sene ve ondan sonraki seneler günlük tutmaya devam ettim. İyi ki de tutmuşum diyorum şimdilerde. Bana olan diğer tüm katkılarını bir kenara bırakıp sadece tek bir şey söyleyeceğim sizlere… İyi ki de tutmuşum çünkü küçük Deniz ile konuşabiliyorum o günlükler sayesinde. Ve küçük Deniz de benim içime ilham tohumları ekebiliyor böylece.
Yeni yılın içinizi ilham tohumlarıyla doldurması dileklerimle, sizlere Tevfik Fikret’in Hücre-i Şair ( Şairin Küçük Odası) şirinden bir alıntı bırakıyorum (Abdülkadir Meriçboyu’nun Bugünün Diliyle Tevfik Fikret eserinden alıntılanmış olup, şiirin günümüz Türkçesine uyarlanmış halidir.):
“Her yanda bir bakış, işler insanın ta canına,
her yanda bir ağız, habire canlar solur.
Bütün bunları şair hayal ede ede,
şu ilham perisi bir kanatlansa, bir gelse der.
Hemencecik bir kitabın arasından çıkarır başını
o kaybolmuş sevgili, toz içinde, geçmiş günler.
Birdenbire titrer, koşar ona deli gibi,
içinde anlaşılmaz sevinçler açar gözünü.
Şiir olur o an ne gelse yüreğine, kafasına,
gördükçe önünde boylu boyunca canının içini.”